23 Mayıs 2010 Pazar

Anka Efsanesi

ANKA EFSANESİ


VARLIKTAN ÖNCE HİÇLİK VARDI. NASIL OLUP DA ORTAYA ÇIKTIKLARINI BİLMİYORLARDI. ÖNEMLİ DE DEĞİLDİ ONLAR İÇİN. FİZİKSEL ANLAMDA HİÇBİR OLUŞUMLARI OLMAMASINA RAĞMEN VARLIKLARI TARTIŞILMAZDI. VE BİR DE HEDİYELERİ. ONLARA YARATMA GÜCÜ VERİLMİŞTİ. ONLARA HİÇLİĞİ VARLIĞA ÇEVİRME GÜCÜ VERİLMİŞTİ. İSTEDİKLERİ GİBİ YARATABİLİRLERDİ. HİÇBİR SINIRLAMA OLMAKSIZIN, VAROLUŞ KURALLARINI KENDİLERİNİN BELİRLEYECEĞİ EVRENLER YARATABİLİRLERDİ. HİÇLİĞİ VAROLUŞUN TÜM ŞEKİLLERİYLE DOLDURABİLİRLERDİ. AMA ÖYLE YAPMADILAR. ONLAR YOKOLUŞU YARATTILAR.

NE KENDİLERİ NE DE YARATTIKLARI, ASLA TAM OLARAK VAROLMAMIŞTI. BİR YAVRU KEDİ DÜŞÜNÜN, ANNESİNİN KARNINDAN YENİ ÇIKMIŞ. UFACIK VE TEHLİKELERE AÇIK. SONRA O KEDİNİN 2 AYLIK, 6 AYLIK, ERİŞKİN, YAŞLI HALLERİNİ GÖZÜNÜZDE CANLANDIRIN. SON OLARAK DA KEDİNİN ÖLDÜĞÜNÜ, ARTIK VAROLMADIĞINI GÖZÜNÜZDE CANLANDIRIN. ZAMANIN OLMADIĞI BİR ORTAMDA KEDİ HEM YAVRUDUR HEM DE YAŞLI, HEM CANLIDIR HEM DE ÖLÜ, HEM DAİMA VARDIR HEM DE ASLA VAROLMAMIŞTIR. İŞTE ONLAR DA AYNEN BU DURUMDAYDILAR. YARATTIKLARI DA ÖYLEYDİ. BUNU DERT ETMEMİŞLERDİ. YARATTIKÇA GELİŞECEKLERİNİ, EVRİM GEÇİRECEKLERİNİ, EVRİMLE BERABER DE VAROLUŞUN DAHA ÜST BİR NOKTASINA ULAŞACAKLARINI DÜŞÜNÜYORLARDI. VAROLUŞUN DAHA ÜST NOKTASINI BİLEMEMELERİ İSE DOĞALDI. ÇOK YANILMIŞLARDI.

İRADELERİ SINIRSIZ BİR ÖZGÜRLÜĞE SAHİPTİ. VAROLUŞLARINI, YARATARAK ZENGİNLEŞTİRİYORLARDI. EN AZINDAN ÖYLE OLDUĞUNU UMUYORLARDI, ÇÜNKÜ GÖRÜNÜRDE HİÇBİR FARK YOKTU. MİLYONLARCA FARKLI EVREN, HER BİRİNDE MİLYARLARCA FARKLI YAŞAM YARATMIŞLARDI. AMA ONLAR AYNIYDI, VARLA YOK ARASI, YARATTIKLARI GİBİ, SANKİ BİRER GÖLGEYDİLER. ASLINDA HEDİYELERİ KENDİLERİNİ YARATMAK İÇİN VERİLMİŞTİ ONLARA. NE YAZIK Kİ BUNU SADECE O ANLAMIŞTI VE KENDİSİ DE YOK OLMAK ÜZERE OLDUĞUNA GÖRE ARTIK BUNUN ÇOK FAZLA BİR ANLAMI KALMAMIŞTI.

SONSUZLUK KADAR YARATMIŞ OLMALARINA RAĞMEN BİR TANESİ BİLE EVRİM GEÇİRMEMİŞTİ. SIKILMIŞLAR VE YARATMAYI BIRAKMIŞLARDI. YARATMAK BİR İŞE YARAMAYACAKSA, BU KADAR UĞRAŞMANIN ANLAMI NEYDİ? BİLMİYORLARDI.

SONUNDA İÇLERİNDEN BİRİLERİ, DİĞERLERİNİN YARATTIKLARINDAN BAZILARINI SİLDİ. SEBEP BASİTTİ; ÇOK DA GÜZEL SAYILMAZLARDI. YARATTIKLARI SİLİNENLER İSE BUNU HİÇ DE HOŞ KARŞILAMADI. “ONLAR BİZİM BİRER PARÇAMIZ, NE HAKLA ONLARI YOKEDERSİNİZ” DEDİLER. BÖYLECE İÇLERİNDEKİ İLK KİN VE NEFRET TOHUMLARI YEŞERDİ.

BİRBİRLERİYLE KIRAN KIRANA SAVAŞIYORLARDI. YARATTIKLARI HERŞEY YOK OLMUŞTU. SADECE ONLAR KALMIŞTI. YARATTIKLARININ TAMAMININ YOK OLMASI KİNLERİNİ DAHA DA BÜYÜTMÜŞTÜ. BİR EVRİM GEÇİRİYORLARDI, TÜMÜNÜN VARLIĞINI ETKİLEYECEK BİR EVRİM.

HEDİYELERİNİ KULLANARAK BİRBİRLERİNİ YOKETMEYİ DE KEŞFETMİŞLERDİ. ARTIK SAYILARI GİDEREK AZALIYORDU. BİRİLERİ DİĞERLERİNİ YOKETMEK İÇİN YENİ BİR YÖNTEM YARATIYOR, BAŞKA BİRİLERİ İSE O YÖNTEMLERİ ETKİSİZ HALE GETİRECEK BAŞKA YÖNTEMLER YARATIYORDU. DOĞRU YÖNTEMLERİ YARATAMAYANLAR İSE YOK OLUYORDU.

BİR AVUÇ KALMIŞLARDI. ARALARINDAN EN GÜÇLÜ OLANLARDAN BİRİ, DİĞERLERİNİN TAMAMINI YOK EDECEK BİR YÖNTEM GELİŞTİRMİŞTİ VE BUNU UYGULAMAYA KOYMUŞTU. O’NUN DA ARALARINDA OLDUĞU BİRKAÇI İSE KARŞIT BİR TUZAK YARATMAYI BAŞARMIŞLARDI. HEPSİ YOK OLMAK ÜZEREYDİ. HİÇLİK, TAM ANLAMIYLA HİÇLİK OLMAK ÜZEREYDİ.

O, KARŞIT TUZAĞI TASARLAMIŞ VE KALAN BİRKAÇ ARKADAŞININ YARDIMIYLA ONU YARATMIŞTI. İŞE YARAYACAĞI KESİNDİ. AMA DİĞERİNİN TOP YEKÜN YOK ETME YÖNTEMİNİ ENGELLEYEMEYECEKTİ. SADECE DİĞERİNİN DE VARLIĞINI SÜRDÜRMESİNİ ENGELLEMİŞTİ. “NE KADAR YAZIK, SONSUZLUK KADAR GÜZELLİK YARATTIK VE ŞİMDİ HERŞEYİN SONU GELDİ” DİYE DÜŞÜNDÜ KENDİ KENDİNE.

BİRDEN BİRE DİĞERİNİN YÖNTEMİNDEKİ AÇIK NOKTAYI GÖRDÜ. SADECE VE SADECE ONLARI YOK ETMEK İÇİN TASARLANMIŞTI. DOLAYISIYLA KENDİNİ DEĞİŞTİREBİLİRSE VARLIĞINI SÜRDÜREBİLİRDİ. “İYİ AMA NASIL YAPABİLİRİM” DEDİ. AKLINA BİR TEK ŞEY GELDİ, NE KADAR İŞE YARARDI BİLEMİYORDU AMA KAYBEDECEK DE BİRŞEYİ KALMAMIŞTI.

ZAMANI YARATTI. HEMEN ARKASINDAN KENDİNİ TAMAMİYLE FİZİKSEL BİR VARLIĞA ÇEVİRDİ. O VARLIĞI, DİĞERİNİN YÖNTEMİ İŞLEDİĞİNDE KAÇINILMAZ OLARAK ETKİLEŞİME GİRECEKTİ, BUNU ÖNLEMENİN YOLU YOKTU. GÖREBİLEN HERHANGİ BİRİ İÇİN O ARTIK BİR GAZ VE TOZ BULUTUYDU. PATLAMAYA HAZIR BİR GAZ VE TOZ BULUTU.

DİĞERİNİN PLANI İŞLEDİ. KARŞIT TUZAK DA İŞLEDİ. ARTIK HİÇBİRİ YOKTU. O İSE TAM BEKLEDİĞİ ŞEKİLDE, ETKİLEŞİMLE “PATLADI”. NEREDEYSE SONSUZLUK KADAR ÇOK PARÇAYA BÖLÜNMÜŞTÜ. PATLAMASININ SONUCUNDA BİR EVREN OLUŞMAYA BAŞLADI. ASLINDA HER BİR PARÇASI O OLAN BİR EVREN. BİLİNCİ DAĞILMADAN HEMEN ÖNCE OLUŞMAKTA OLAN EVRENE FISILDADI.

“SİZLER BENİM PARÇAMSINIZ. SİZLERE KÜÇÜK DE OLSA YARATMA GÜCÜMÜN BİR KISMINI VERDİM. AMACINIZA ULAŞABİLMENİZ İÇİN SİZE ZAMANI VERDİM. HEPİNİZ EVRİMİNİZİ AYRI AYRI TAMAMLAYACAK VE SONUNDA BİRLEŞECEKSİNİZ. ARTIK BENİ TEKRAR YARATMA ZAMANIDIR. YANDIK, KÜL OLDUK. ARTIK KÜLLERİMİZDEN DOĞMA ZAMANIDIR.”

HEMEN ARKASINDAN SESİ İYİCE KISILDI VE BİLİNCİ DAĞILDI. ARTIK HERŞEY GALAKSİLER, GÜNEŞLER, GEZEGENLER, HAYATLAR OLUŞTURAN KÜÇÜK PARÇALARINA BAĞLIYDI...

EMRE K.

03.07.2006

12 Mayıs 2010 Çarşamba

NEFES

Açılışı 2005 yılında yazmış olduğum kısa bir hikaye ile yapıyorum...

İskelenin kenarında durmuş, şehrin güzelliğini seyrediyordu. “Bu şehrin gündüzü ayrı güzel, gecesi ayrı” diye düşündü kendi kendine. Etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu. Birkaç metre geri çekildi. Son bir defa derin bir nefes aldı. İyot kokan serin gece havası ciğerlerini en ücra köşelerine kadar doldurdu. Gözlerini kapadı. Aldığı nefesteki oksijenin tüm vücuduna yayılmasını hissetti. Kalbinin sevinç ve coşku ile daha hızlı biçimde atışını dinledi. Sonra yavaşça nefesini bıraktı. Gözlerini açtı. Şimdiden dünyayı daha farklı görmeye başlamıştı. Etrafına bir kez daha bakındı, derin bir nefes aldı ve koşmaya başladı. İskelenin ucuna kadar geçen bir nefeslik zaman sanki dakikalar gibi geçiyordu. Olabildiğince, dayanabildiğince, hızlanmıştı. Fani insan vücudunun tüm kasları yanıyor, tüm kemikleri acıyordu. Hiç aldırış etmedi. İskelenin ucuna sadece birkaç santimetre kalmıştı. Son adımı ile havaya doğru, suya atlayacak şekilde zıpladı. Ciğerlerindeki nefes tükenmişti. Kendi etrafında dönerek suya doğru inişe geçtiği sırada insan ciğerlerinin alabileceği son derin nefesi aldı ve bir yunus olarak boğazın serin sularına daldı.

Sadece dolunayın yüzeyini hafifçe aydınlatabildiği karanlık sularda yüzüyordu. Çıkardığı seslerin suyun içindeki canlı, cansız tüm varlıklardan yansımasını dinliyordu. Kendi sonar dalgalarının geri dönüşlerinde beyninde yarattığı resimleri ve o resimlerin tüm güzelliklerini hayranlıkla izliyordu. Bir insanın bu duyuyu anlaması çok zordu. İnsan için görmek ne ise, onun için de duymak oydu. İnsan için renk ne ise, onun için ses oydu. İçinde bulunduğu doğa parçasının müziğini dinliyordu. Başlangıç notasını değiştirdikçe, müziğin tarzı da değişiyordu. Aynı doğa parçasının onlarca, yüzlerce, birbirinden farklı yorumunu dinledi. Bu arada suyun tüm nezaketi ile serince sarmaladığı vücudunu boğazdaki farklı akıntıların bir oraya, bir buraya taşımasına izin veriyor, suyun kimi zaman tatlı, kimi zaman sert dokunuşlarının tadını çıkarıyordu. Suyun yüzeyine doğru çıktı. Alabildiğince derin bir nefes aldı ve suyun derinliklerine doğru hızlıca dalmaya başladı. Yeterli derinliğe geldiğine kanaat getirince durdu. Etrafındaki müziği son bir defa dinledi ve hemen ardından tüm gücüyle suyun yüzeyine doğru tırmanmaya başladı. İlk başta yavaştı ama giderek hızlandı. Sanki o hızlandıkça su ona yol açmak için etrafından çekiliyordu. Sonunda dolunayın yansıması belirgin hale geldi, giderek yüzeye yaklaşıyordu. Durmadı, daha da hızlandı, hızlandı, hızlandı. Son su tanecikleri de yolundan çekildiğinde artık havadaydı. Sudan çıkmıştı. Bir kez daha nefes aldı. Artık kartal olmanın zamanı gelmişti.

Olanca haşmeti ile kanatlarını çırptı. Yükseldi. Şehrin üstündeydi. Bir süre sadece havada asılı kaldı. Rüzgarın kanatlarının altından geçmesini sağladı. Dokunulamayan havanın tüylerini okşamasını hissetti. Artık aynı dili konuşabildiği rüzgarın mutluluk şarkısını dinledi. Derin bir nefes aldı. Bir çığlık attı ve dalışa geçti. Bir anda onlarca metre alçaldı. Deniz seviyesine gelinceye kadar alçalmaya devam etti. Sudan sadece birkaç santimetre yukarıda olanca hızıyla uçmaya devam etti. Sanki hava da ona ayak uyduruyor, beraber dans ediyorlardı. Köprüye kadar yüzeyden uçmaya devam etti. Köprünün altından geçtikten sonra tekrar tırmanmaya başladı. Tırmandı, tırmandı ve kanat çırpmayı bıraktı. Biraz daha yükseldi. Beraber dans ettiği havanın tüm yumuşaklığı ve serinliğiyle ciğerlerini doldurması için bir kez daha nefes aldı. Son bir çığlık attı ve biraz önce altından geçtiği köprüye doğru kendi etrafında dönerek dalışa geçti. Döndü, döndü, döndü. Sonunda köprüden geçmekte olan bir otobüsün neredeyse teğet değecek kadar yakınından geçip tekrar yükseldi. Bir süre daha kah alçalıp, kah yükselerek rüzgarla dans etmeye devam etti. Bu arada gözlerini yıldızlara dikti. Daha kat etmesi gereken çok yol vardı. Tırmanmaya başladı. Hava inceliyor, oksijen azalıyordu. Ama o tırmanmaya devam etti. Vücudunun onu daha ileri taşıyamayacağı noktaya yaklaşıyordu. Tüm benliğini zorlayarak son bir nefes ile ciğerlerini doldurdu ve olanca gücüyle çıkabileceği kadar yükseğe tırmandı. Zamanı gelmişti. Vücudunu terk etti.

Şimdi uzaydaydı. Daha doğrusu, insanların uzay olarak adlandırdıkları, neredeyse hiçlikle eşleştirdikleri o engin, uçsuz bucaksız “boşluktaydı”. Bedenlerine ait algı limitleri ortadan kalkınca “boşluğu” tüm çıplaklığıyla deneyimledi. Boş değildi aslında, o kadar yoğun, o kadar güzeldi ki. Önce galaksileri, gezegenleri, canlı, cansız tüm varlıkları oluşturan madde yoğunluklarını “yaşadı”. Sonra, maddeleri oluşturan ve tüm “boşluğu” kaplayan enerjileri “tattı”. Tüm boyutlarda dolaştı. Evren ona aktı, o da evrene. Mutluluğu tarif edilemezdi. Tüm varoluşu hissediyordu. Zamandan da bağımsızdı. Herşeyin başı, ortası, sonu bir aradaydı. Aslında hiçbirşeyin ne başı ne sonu vardı. Hepsi daima “vardı”. Sadece “şekilleri” farklıydı. Bunu şimdi daha iyi anlıyordu. Herşey bir bütündü, herşey tekti. O da bu bütünün mükemmel bir parçasıydı. O varoluştu.

İskelenin kenarında durmuş, şehrin güzelliğini seyrediyordu. “Bu şehrin gündüzü ayrı güzel, gecesi ayrı” diye düşündü kendi kendine. Etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu.

Varoluşu tüm çıplaklığıyla deneyimleyemiyordu. Şimdilik. Ama artık aldığı her nefes daha öncekilerden farklıydı. Derin bir nefes aldı. Ciğerlerindeki hava vücuduna yayılırken kendini dinledi. Bir daha nefes aldı. Sonra bir daha, bir daha. Hepsi de daha öncekilerden farklıydı. Manzaraya bir kez daha baktı. Bir nefes daha aldı, döndü ve evine doğru yola koyuldu.

Emre K.

03.08.2005